Dalai Lama ve Desmond Tutu’nun kitabı The Book of Joy’da bahsedilen sevinçli bir yaşamın 8 temel taşından dördüncüsü zihne dair olan kabul (acceptance) ve beşincisi kalbe dair olan bağışlama (forgiveness) olarak veriliyor.
(Sevinçli bir yaşamın sekiz temel taşına linkteki yazımdan ulaşabilirsiniz: Aralık: Sevinç & Mutluluk Ayı)
Bu iki niteliği bir arada ele ele almak istedim çünkü her ikisi de değişimin başlangıç noktasında ve dönüşümün başladığı yerle ilgili. Her ikisi de güçsüzlük ve zayıflık olarak bir algı yaratsa da aslında gücün, büyüklüğün ve etkin olabilmenin özellikleri olduğunu not etmek gerekiyor. Şimdi bu iki önemli insani niteliğe kitaptaki güzel ve yalın anlatımla bakalım:
Hayata geniş bir bakış açısıyla bakabildiğimiz, dünyadaki rolümüzü mütevazılıkla görebildiğimiz ve kendimize gülebilmeyi bildiğimiz zaman, zihnin dördüncü niteliğine geliriz; bu da hayatı tüm acısı, kusuru ve güzelliğiyle kabul edebilme yetisidir.
Kabul etme, yenilgi ve vazgeçmenin tam tersidir. İnsanlık için daha iyi bir dünya yaratmak üzeri dünyanın en yorulmaz aktivistlerinden Dalai Lama ve Desmont Tutu’nun harekete geçişleri, olanları tüm gerçekliği ile derin bir şekilde kabul edebilmeleri ile başlar. ‘‘Bu hayatın kolay ya da acısız olacağı anlamına gelmez; Yüzümüzü rüzgâra dönüp içinden geçmek zorunda kaldığımız bir fırtına olduğunu kabul etmemiz anlamına gelir. Var olanı inkâr ederek başarılı olamayız. Gerçekliğin kabul edilmesi değişimin başlayabileceği tek yerdir.’’ diyor ve ekliyor Desmond Tutu.
‘‘Başınıza gelen her şeyi kabul edebilirsiniz. Kaçınılmaz hüsran ve zorlukları hayatının temelinin bir parçası olarak kabul edebilirsiniz. Böyle durumlarda sorulacak soru; bundan nasıl kaçabilirim değil, bunu nasıl olumlu bir şekilde kullanabilirim olmalıdır.’’
Dalai Lama bize stres ve kaygının, hayatın nasıl olması gerektiğine dair beklentilerimizden kaynaklandığını söylüyor ve devam ediyor: ‘’Istırap genellikle hayatımızdaki insanları, mekânları, nesneleri ve koşulları kabul etmektense, bunlara tepki vermemizden kaynaklanır. Tepki verdiğimizde, yargı ve eleştirinin, kaygı ve umutsuzluğun, hatta inkâr ve bağımlılığın içine hapsoluyoruz. Bu şekilde sevinci tecrübe etmek imkansızdır. Kabul, bu direnci kırarak rahatlamamızı, net görmemizi, gerçeği idrak edip olması gerektiği şekilde harekete geçmemizi sağlar. Burada savunulan kabul etme türü edilgen veya pasif değil, güçlü ve etkilidir. Hayatta değişmesi gerekenin değişmesi için, telafi edilmesi gerekenin telafi edilmesi için sıkı çalışmanın önemini vurgular. Zarar verici şeylerden nefret etmek yerine yapılacak şey, onları durdurmak için yapabileceklerimize odaklanmamız ve yapmamızdır.’’
Bağışlama, niteliğine bakarsak, içinde derin bir asalet ve güç barındırır ve yüce bir gönüllülük ister diyerek açıklayan Desmond Tutu hepimizde yüksek bir şefkat ve bağışlama potansiyeli olduğunun altını çiziyor.
Dalai Lama konuyu şöyle aydınlatıyor: ‘’Bağışlama unutmak anlamına gelmez. Olumsuz olanı hatırlamalı ama nefret geliştirme ihtimali de olduğu için o doğrultuya yönlendirilmeye izin vermemeli ve bağışlamayı seçmeliyiz. Bağışlamak adaleti aramadığımız ya da failin cezalandırılmadığı anlamına gelmez. Bağışlama ve haksızlıklara veya yanlış tavırlara izin vermek arasında önemli bir ayrım vardır: Oyuncu ve eylem, ya da kişi ve yaptıkları. Konu yanlış bir eylemse onu durdurmak için uygun karşı eylemi yapmak gerekebilir. Ancak oyuncu ya da kişiye karşı öfke ve nefret geliştirmemeyi seçebilirsiniz. Burası bağışlamanın gücünün yattığı yerdir; İnsaniyetimizi unutmadan, yanlış yapılana metanet ve açıklıkla mukabele edebilmektir.’’
Bağışlamanın zayıflık, intikamın ise güç gibi göründüğünü söyleyenlere Dalai Lama’nın cevabı net: "Hayvansal(ilkel) zihin ile hareket eden bazı insanlar vardır. Biri onlara vurduğunda onlar da vurarak karşılık vermek, misilleme yapmak isterler. Ancak durup zihnimize şunu sormalıyız; ‘Eğer vurarak karşılık verirsem bunun bana kısa/uzun vadede ne yararı olacak?’’ Desmond Tutu da hemen ekliyor: ‘’Göze göz, dişe dişin tüm dünyayı kör bırakacağını anlamalıyız. İntikam içgüdümüz olabilir ama bilelim ki bağışlama içgüdümüz de vardır."
Desmond Tutu bu nitelikle ilgili söyle bir açıklık getiriyor; "Bağışlayıcılık olmadığında, bize zarar veren kişiye bağlı kalırız. Öfkenin zincirlerine mahkûmuzdur, birlikte bağlı ve mahsuruzdur. Bize zarar vereni bağışlayana kadar o kişi mutluluğumuzun ve huzurumuzun anahtarını elinde tutar, bir anlamda o kişi gardiyanımızdır. Bağışladığımızda kendi kaderimizin ve hislerimizin kontrolünü geri kazanırız, kendi kurtarıcımız oluruz."
Bu müthiş bilge insanların bilgileri ışığında anlıyoruz ki, kabul ve bağışlama gibi iki önemli değeri olabildiğince yaşatmamız, özgürlüğümüz için önemli. Öyleyse, hayattan yakınmak yerine, hayatı olduğu hali ile kabul edip, yapabileceklerimize bu gerçeklik içinde odaklanmak ve yaşama huzur katabilmek, neşe dolu olabilmek için bağışlayacaklarımızı, bağışlayarak, yükümüzü hafifleterek yol almayı seçebiliriz.